20051128

aşklı kahve

Arada bir deli dürtüyor işte, tam oturacağım şimdi halıya, boylu boyunca uzanacağım diyorum ki, en sevdiğimiz raflarda bir altalta üstüstelik gözüme gözüme bulaşıyor. Tamam diyorum, şu CDleri düzeltme zamanı gelmiş, bir aydır tutulmuş vaziyette olan belimin gönderdiği sinyallere aldırmayarak "evinyaşanankısımlarınıdüzenlemepazarı" başlamış oluyor. ne kağıtlar ne aralardaymış yarabbim, faturalar minik hasır çekmeceye, çok aradığım bir doktor reçetesi Mısır fotoğraflarının arasından çıkıyor, tekrar aranmak üzere başka çekmeceye nakil olunmak üzere iken, sayfalar arasından düşüveren bir düğün davetiyesi: Önce okul sıralarını ve sınav kağıtlarını, daha sonra ilk beatles albümünü, johnny logan'lı yılları, ve geceyarısı E-5 kenarına kaçışları, ve gözyaşlarını, ve erkekleri erkeksizliği ve kahkahaları ama bitmeyen sulu sulu gözlü kahkahaları paylaştığımız, bu yaz deyim yerindeyse "ellerimle everdiğim" sırdaşım dert ortağım dostum sisterımın düğün davetiyesi. Yıllanmış şarap gibi bir yarenlik biçimi bizimkisi. Her cuma adet eder oldu, eşiyle paylaştığı haftanın tek beraber ama ille de komik sabahına beni de katmak üzere, muhtemelen iş saatlerimin en ciddi ve asık suratlı dakikalarında zır telefon:sister! Anlatmaya da değer doğrusu; efendim bu ikisi aylar süren buhranlar sonucu sığamayacakları pek de aşikar olan, İkeacılara hodri meydan dedirtecek kadar bir göz odacıklı 45 m2 eve yerleşmeye karar verdiler. E tabi İstanbul'da denizi görüp de kahvenizi höpürdeteceğiniz kaç tane evde oturabilirsiniz? Bulsanız siz kolay vazgeçebilir miydiniz? Bu kararlılıkla, dolap enleri santimle ayarlandı, saymakla bitmeyecek kitap kolileri yatağın altına sarma dolma misali istiflendi, üstbaş fazla eşyalar Baltalimanı sokak çocuklarına ulaştırıldı, anne kavanozları törensel karşılamalarla evde raflarını buldu. Son cuma telefonundan enstantaneler: bizimki telefonda benim gülme sınırımı denerken, ötekisi dolap raflarından birine "biraz etlice" bedenini sığdırmış, çay keyfi yapıyormuş... Bizim sister konuşamıyor, diğeri kahvaltıyı yüzüne gözüne bulaştırıyor, bunlar sallan yuvarlan bir pür'i neşe içerisinde. Ben? BEN? Tarif edilmez acılar içerisinde, teatral sahne gözümün önünde, karşımda en ciddisinden bir proje müdürü, -evet anlıyorum diyorum. Ah aşk diyorum ve lakin! Ah o güzel aşk...
Birisi aşıkken sizinle neşe olarak paylaşılması güzel bir şey olmalı. Bir sevgilim olmuştu, mutlak aşk inancıyla yakıp kavuran beni... Kızılay'da buluşacaktık o gün, ama telefonda inanılmaz bir heyecanla -çabuk çabuk dedi bana. Görülmüş şey değil; çabukluk ve sevgili.. yok uyuşmaz.. Neyse uzatmayalım, geldiğinde koşmaktan suratı allı morlu olmuştu. Elindeki kesilmiş sayfayı açıp gösterdi bana, bir kız bir erkek, sırasıya; karşılaşıyorlar, bakışıyorlar, güümsüyorlar, kalpler çıkıyor, el ele tutuşuyorlar ve .... Ve koşuyorlar... Sadece koşuyorlar. Bu ne şimdi demeyin, sevgili şairdi, (hala da şairdir umarım) ve biz de aşıklar namzeti. Peki n'oldu dersiniz, el ele tutuştuk, kendi yerçekimi ağırlıklarımızı hissederek koşmaya çalıştık Kızılay'ın ortasında, komik olduk, bir ara gözlerimiz değdi bir anlığına, ve durduk burulmuş kalplerle. Heyecanın anlatılınca paylaşılabileceğini anladık, ille de yaşayınca değil. (anladık mı emin değilim, herneyse)
.
Hala davetiyeye bakıyorum, üzerindeki şiiri yazarsam bana kızmayacaklarını umuyorum. Konu aşk ne de olsa!
"Büyükannem anlatırmış,
Biri varmış biri yokmuş,
Hayale sığınırmış,
Aşka güvenirmiş..."

2 comments:

yuvakuran said...

perihanmagdengibici yazilar olmus.

hera said...

ne yazik ki perihanmagdenyazilarindan ve kendisinden hic hazetmem bilir misiniz?