20071225

Nese Duzel'in Prof. Cemil Oktay soylesisinden kaydedilesi notlar:

/Modernleşme sürecimizin de kahramanları var. İslam"da nasıl Peygamber"in yaşamına, sözlerine bakılıyorsa… Tıpkı İslam"daki sünnet gibi, biz de modernleşme kahramanlarının eylemlerine, sözlerine, savundukları değerlere atfen davranıyoruz. Örneğin Atatürk. Örneğin İkinci Mahmut"un yaptığı modernleşmelere atıfta bulunuyoruz. Yani biz Türkiye"nin 1920"lerdeki ilk girişimlerine bir sünnet kültürü muamelesi yapıyoruz. Böyle bakıldığında Türkiye hala laikleşmedi, dünyevileşmedi. Çünkü dünyevileşmek demek güncelin getirdiği koşullara kendinizi bağlamanız demektir. Türkiye ise kalıp olarak sünnet kültürüyle bağını kesemedi. Bu sünnet kültürü Kemalizm olabilir. Başka bir izm olabilir. Sonuç itibarıyla her şeyi bir şeye atfen meşrulaştırmaya çalışıyoruz ki, işte bu, laikleşme, dünyevileşme değildir./

/Türbandaki artışı, toplumda muhafazakarlığın artması olarak görmek yerine, toplumda zaten var olan muhafazakarlığın görünür hale gelmesi olarak yorumlayabilirsiniz. 1960"larda İstanbul bir milyondu. Bugün nüfus katlandı, başörtüsü de katlandı. Çünkü göç köylerden ve kasabalardan oluyor. Çünkü Cumhuriyet köylere kasabalara girmedi, giremedi. Cumhuriyet"in değerleri, modernitenin yaşam biçimi ülkenin yüzde 80"inine girmedi. Şimdi o köylüler modernleşme süreciyle büyük kentlere geliyorlar. Gelirken de köylülüğü biraz kentlere getiriyorlar. /

/Bizim iki burjuvazimiz var. Boğaz burjuvazisi ve türbanlı burjuvazi. İkisi kendi aralarında yarışıyorlar. Her iki burjuvazi de modernleşmek ve kazanmak istiyor ama haçını kendi taşımak istemiyor. Yani bunun bedelini ödemek istemiyor. İstanbulun varoşlarındaki toplumsal koşulları düşünün. Bu türban, bu din tartışmaları olmasa, TÜSİAD nasıl tutacak bu varoşları? Hangi sosyal kurumu kurdu? Hangi kaynaklarla bu varoşları tutacağız?/

/Biraz önce türban türev bir sorun dedim ya… Türkiye"nin aslında bir köylülük problemi var. Biz hala topraktan tam kopamadık. Her tarafımızda bir tarım kokusu, bir köy kokusu var. Tam bir büro insanı, kent insanı olamadık biz. Kendini modern zannedenler de olamadı./

/Muhafazakar demek, hala dedesinin kütüphanesindeki kitapları okuyan insan demektir. Böyle ailelerimiz, insanlarımız çok az bizim. Bizim muhafazakarlığımızda bile bir sığlık, köylülük, yerellik var. Geçenlerde Kızılay"da saat 11"de otel"den çıktım. Ezan sesi geliyor. Civarda cami de yok. Başımı kaldırdım, tepemdeki binanın altıncı katına iki hoparlör koymuşlar. Merkezi sistemden ezan dağıtıyorlar. Sonra biraz yürüdüm. Bir başka binanın üst katında hoparlörler gördüm. İslam toplumunda ezan daima minareden gelmiştir. İlk defa ezan sesinin işyeri ya da konut olarak kullanılan bir binadan geldiğini gördüm. Sonra da bu manzaranın gördüğüm başka manzaralara çok benzediğini düşündüm. Her tepeye bayrak dikmekle, oturulan mekana hoparlör takıp millete ezan okumak ieriği farklı olsa da aynı kalıplar. Bu muhafazakarlık değildir. Bu sembolleri sığlaştırmaktır, çıtayı sürekli aşağıya çekmektir. Biz dini de, milliyetçiliği de kötü icra ediyoruz. Türkiye"de endişelenmemiz gereken ne mahalle baskısıdır ne de türbandır. Türkiye"de endişelenmemiz gereken sosyal olgu kalitesizliktir, avami değerlere inmektir, "sığlık"tır!.. /

1 comment:

Margot said...

Ne çok gitmeyi düşünen, aklına kaçıp gitmeyi düşüren var etrafımda bir bilsen Heracım. Kaçmak gitmek ya akıllarında, ya da planlarında olanlar. Avamlıktan sıkıldık, trafikten bunaldık. Buralarda yaşanmaz diyorlar.
Yüreğim burkuluyor onları dinledikçe, gideceklerini düşündükçe.
Nerden nereye diyorsun belki, hep aklımda işte de. Sana dert yanayım dedim.