20061207

arada bir kafami karistirip icimi sikan bir mesele: "post etmek" yerine ne demeli diye yoruyorum kafami ama mesaj asmak yazi koymak falan arasinda gidip gelip, tamam diyorum, simdi bosver, bir gun gelir nasil olsa dilinin ucuna... bu meselenin icimi sikmasinin nedenini, hala buraya ne sebeple baktigimi, diger biladerlerin ve kizkardeslerin "postlarini" niye israrla okudugumu, neyi ne zaman post etmeye karar verirkenki ic dinamigi cozememis olmama bagliyorum.
haydi kabul edelim: deli bir yaraticiliktan bahsedemeyiz bunca kelimeyle, bunca tikla ve bunca "hit"le biraraya getirdigimiz bu coktan secmeli sistem icin. (istisnalar kaideyi bozmaz elbet).
tum bu pasif dusuncelere ve surekli yaptigini begenmeme haline ragmen, gozum birseyin satir aralarina girince, bu kendimce etrafini cevirdigim araziye bir dokunus birakmak istiyorum yine de.. e) sikki yani: hepsi.
.
simdi yine biryerlerden alinmis bir yaziyi "post" edip beyaz tahtaya, hic degilse su ani paylasmis olayim burada dolasanlarla:
.
.
kizilderili bir oglanla tanistim, Vietnamlilari tekmeleyerek ucaktan asagi atiyormus. Istihbarat subayi esir alinan Vietnamlilari sorguluyor, istedigi cevaplari vermeyenleri ucaktan asagi firlattiriyormus. Bu oglan kafayi siyirmis, cekip silahini o subayi vurmus, sonra da herifi bileklerinden tel orguye asmis.
Vatanseverlik buyuk bir yalan.
Vietnam'da bacaklari, ceneleri kopan askerler... Amerikalilar unutmak istiyor, butun bunlar olmamis gibi davranmak istiyor. Bunlarin hatirlatilmasini istemiyorlar... Inandigim seyler, okuduklarimin, tanik olduklarimin toplami. Neyi, nasil yapacagim anlatilmadi bana, birseyler etkiledi sadece. James Joyce, Schopenhauer ya da Minnie halam...
Herkes beyaz atli adami ariyor, herkes hakikati anlatacak birini ariyor. Dolayisiyla, oturup Lao-Tzu'yu okuyorsun, Konrad Lorenz'i okuyorsun, Melville'i, Kenneth Patchen'i, kimin palavra sikmadigini dusunuyorsan onu...
Bir azizin gozlerine, bir hayaletin algisina sahip birini ariyorsun, bize yol gostersinler diye.
Dunya kucuk bir gezegen artik. Afganistan daglarinda, Kurtlerin yasadigi yerlerde bunu dusunmustum. Pigmelerin artik kovuldugu ormanlarda...
Masai'lerin de basina ayni sey geldi, Uganda'yla Tanganika arasinda bolunduler. Ve Tanganikalilar onlara diyor ki; " bu sinirdan iceri burnunuzu bile uzatamazsiniz".
Bu sartlarda insan umudu nerede bulabilir ki?
.
Marlon Brando
Rolling Stone 1976 / Express Kasim 2006 - 66.sayi
.
.
siz de kendinize yakin bir ruh gordugunuzde hemen tanir misiniz?
Marlon Brando'nun simasiyla tanisikligim, belki bu laflari ettigi tarih kadar eski degil, ama diyebilirim ki ilk kirisiklarini gordum basili fotografi uzerinde ve derince inceledim parmaklarimi gezdirerek uzerinde, kucucukken hem de. cok sonra deli yasami yuzunden bir kac magazin haberine denk geldim. gozunde gunes gozlukleri vardi, yaslanmis ve kilo almisti. Cok ama cok karizmaydi, magrur, guvenli, hem alttan hem ustten bakislari olan bir adam. Bu sartlarda insan umudu nerede bulabilir ki... demis, 1976 yilinda. Tam 30 sene once. Ben dunyanin gozlerine bakarken daha, batiklarimdan cok once, gemilerim gezerken dalgalarin uzerinde. Bugun ne degisti diye sormaya, cok ama cok korkuyorum.

1 comment:

pinhanarcat said...

marlon brando, holivuda birkaç beden büyük birisiydi, ki içinde bulundukları ortamla beraber ele alındıklarında, ortamın kendilerine dayattığı, olması istenen, beklenen kişilikten sıyrılarak bunları ortaya koyabilmesi, ayrı bir güzelliğidir.
ek bir bilgi olması açısından şunları da ekleyelim: kendisine oscar verildiği zaman kızılderili katliamını protesto ettiğini gündeme getirerek ödülü reddetmişti. ödül töreninde kendisinin yerine yerel kıyafetleri içinde bir kızılderili kız çıkıp konuşmuştu onun adına.
(sonradan o kızın aslında kızılderili değil bir oyuncu olduğu anlaşılmıştı ama önemli olan kısmı da bu değil zaten.)