20061110

Volver- Dönüş filmi üzerine serbest düşünceler

.
Gerçekten “dönmek” mümkün mü? Eski sessiz dengesine, sıradan hayatla, herhangi bir kesitine olağanüstü halin… Ne yazık! Bugün mutsuzluk kol gezmekteyken gönül kordonlarımızda, ölümden giga ölçekli hızlarla kaçışımız anlamını na'çar bulamamakta, üstelik ne şairler anlayabilmekte bu kaçışı, ne de deliler.
.
Dönüş: ne özlediğimiz bayram sabahlarına, ne de evin avlusunda bezden toplarla oynayan çocuk seslerine. Özlediğimiz yalnızca bir "ara" nefes, sabah ile akşam vakti arasında. Her geçen güne, her ten, veyahut kalp acısına rağmen, Almodovar’ın Agustina’sı gibi, Houston’da tam teşekküllü bir hastanede, kaderin izin verdiği yaşam süresine karşı gelip, “kanserle savaşmak” adına his damarları yitirilmiş bir “uzun yaşama tercihi ” yerine, kalan kısacık yaşam süresince karşındakilerin gözlerine dimdik bakmayı sürdürebilmeyi tercih edebilmek. Yaşamın, aldığımız nefes ile değil, bildiklerimizle ve hissettiklerimizle, gördüklerimiz ve söylediklerimizle dolu bir ufacık fıçıcık olduğu günlere dönebilmek. Bilmem kaç sene sonra bir şarkıyı yeniden hatırlayabilmek ve söyleyebilmek, kendiliğinden. Hissederek en derinden. Sevdim dediklerinle yakıncacık ve usulcacık.
.
Volver, yani Dönüş filmi, çocukluk battaniyemizin renkleri kadar yakın bize; Raimunda’nın dağınık saçlarından yayılan koku annemiz gibi değil mi? Kırmızılı pembeli kocaman desenlerle bizi saran örtüler, perdeler, evler ve duvarlar komşularımızın sesleri bize, yakın geçmişimizden. Tabii o zamanlar daha AIDS yok, kanser bir bilinmez acı, tüm bilim kurguların takvimi 2010 yılını gösteriyor. O zamanlar, ekmek kıymetli, yumurtanın tanesi bilmem kaç kuruş, ama güldüğümüz ve ağladığımız gibi, kendimizi ölümün kollarına da teslim edebiliyoruz. Hem sırtımız dik, nedense hep beklenmedik anda gelen, onca mutsuzluğa (darbe dönemleri yaslarımıza, tümden kayıplarımıza, konuşulmayan acılarımıza, babalarımızın gül açtıran tokatlarına, yitirdiğimiz genç kızlığımıza, hiç büyütemediğimiz erkeklerimizin hınç dolu şiddet duygularına…) karşı, hem de kulaklarımız düşmüş, ama sadece kıymetli olanın uğruna. Dönüş, yenmeyi sevmek kadar, yenilmeyi de bilmeyi ve becerebilmeyi hatırlatıyor bize. İçinde bulunduğumuz çiftcamkorumalı kalelere sızan bir kış güneşi gibi, alçak gönüllü ve utangaç bir anlık bakış gibi, kaldığımız yere koyduğumuz minik bir kıvrık, kitabımızın sayfasına.

4 comments:

Basak said...

Hera, "dönüş" deyince; Vozvrashcheniye-Return'u izledin mi peki?
İzlemediysen öneririm.

hera said...

hemmen bakacağım başak, senin beğendiğin birşeyi benim d e beğenmem büyük olasılık ne de olsa:)

plankton said...

hera,

augustina tuylerini urpertmedi mi? benim urpertti, sanki esas basrol onunmus gibi. cok da dusundurdu. dimdik bakabilmek adina derken ne guzel soylemissin. sevgiler.

elif

hera said...

sevgili elif, agustina filmin kaidesiydi herhalde, ırazca ana gibi, hep oralarda olacak olan. tüm film boyunca bir hayalettir alıp gittiydi ya, agustinanın hayaleti kalacak olan sanırım.