20051220

İstanbul Müze-Kent Projesi Üzerine Dogan Kuban Hoca'nın makalesi


İSTANBUL 1600 YILLIK BİR MÜZEDİR... (YAPI dergisi Kasim 2005 (no: 288)

Dogan Kuban

En büyük Pagan, en büyük Hiristiyan ve en büyük Islam Imparatorluklarinin baskenti Istanbul, dünya tarihinin en simgesel kenti sayilabilir. Bütün düzensizligine karsin yüksek bir evrensel statüsü vardir, bütün çirkin gelismesine karsin dünyanin en güzel kentlerinden biri olarak algilanabilir. Eger fiziksel çevre ile insan mutlulugu arasinda bir iliski varsa bunun en olumlu örnegi İstanbul olmalidir. Kentin çekirdegi olan sur içi bir müzedir. Bu sur içinin 1635 yillik bir destansi tarihi vardir. Ve bu destan, klasik dünya tarihinin merkez öyküsünü olusturur. Avrupa'nin tarihi buna sonradan takilmistir. Topraginin altinda Konstantinus'un Yeni Roma'sinin kalintilari, bin yillik Bizans İmparatorluk baskentinin kalintilari, 500 yillik Osmanli baskentinin kalintilari vardir. Topraginin üstü Geç Antikitenin en güçlü surlari, Küçük ve Büyük Ayasofya gibi geç antik yapilar, Bizans mimarisinin en zengin mirasi, Topkapi Sarayi ve Osmanli Çaginin en görkemli anitlariyla süslüdür. Bu sur içi son otuzbes yilda o zamana kadar sakladigi tarihsel dokusu ve konutlarinin yüzde 90'ini yagmaya kurban vermistir. Yine de her elli metrede tarihten bir seyler sunar. Kisaca, bu kent olaganüstü bir müzedir. Bu kadar agir bir mirasin çekirdegine uydurma tarihi mahalleler yapmayi düsünmek tanimlanmasi zor bir davranistir. Ne var ki "İstanbulMüze-Kent" slogani arkasinda bu düsüncenin yattigini ögrenerek yarim yüzyillik mimar-restoratör ve tarihçi yasaminin en büyük saskinligini yasadim. Bu kadar güçlü bir geçmisten bu kadar az nasiplenmek ortalama toplumsal cehaletin yayginliginin ve korkunç bir tarih bilinci yoklugunun ifadesidir.
Belediye, "İstanbulMüze-Kent" projesinden söz ettigi zaman, "herhalde bu bilincin ifadesidir" diye sevinmistim. Gerçi nüfusu onmilyonu çoktan geçmis bir tarihi metropolise onbin nüfuslu bir kasaba gibi, "İstanbul Müze-Kent" demekpek yakisik almiyor. Bunun entelektüel içerigi olsa olsa "miniatura parki" gibi bir eglence alani anlamina gelebilir. İlkel bir reklam slogani... Fakat yarimyüzyildan bu yana kamu kuruluslarindan duyarli, entellektüel düzeyi yüksek sözler dinlemek umudunu çoktan yitirdigimiz için turistik bir slogandan pek rahatsiz olmadim. Yeni belediye baskani genis ve dinamik bir teknisyen kadrosunu kentin planlanmasiyla görevlendirmisti. Hattâ bir danisma kurulu bile düsünülmüstü. Danisma Kurulu toplantisinda Müze-Kent slogani arkasindaki programi dinleyince dehsete düstüm."Müze-Kent" pratikte su anlama geliyormus: Bütün sur içinde, fakat ilk asamada yalnizca Süleymaniye veHaliç arasinda, depremde nasil olsa yikilacagi için 2000 yapi kamulastirilarak yikilacakmis. Ve yerlerine eski Osmanli konutlari üslubunda, depreme dayanikli ahsap yapilar tasarlanacakmis. Degerli mimarlarimizin bu yalanci tarihi yapilari, İstanbul'u Müze-Kent yapacakmis. Örnegin eski Kirazli Mescit Sokagindaki görkemli konaklarin yerinde, çagdas mimarlarimizin, sivil mimarimizi, bütün tatlariyla özümsemis, çelik iskeletli, depreme dayanikli projeleri uygulanacakmis. Önlerinde asfalt yollari, granit kaldirimlari ve parketmis otolariyla birlikte kuskusuz. Osmanli geçmisi bunlarla neden ihya olmasin? Kusku veren ufak bir nokta var: Dünyada hiçbir ülkede böyle bir uygulama yok. Katilmak istedigimiz Avrupa'da, hayran kaldigimiz Amerika'da, hattâ Kuzey Afrika İslam ülkelerinde,dogrusu istenirse bütün dünyada böyle bir sey yok. Ben böyle uydurma kent sokaklarini içlerinde kovboy filmiçekilen Los Angeles'taki Paramount stüdyolarinda görmüstüm. Biri Barselona'da, öteki galiba Jakarta'da iki mimari müze gördüm. İspanyol ve Endonezya yöresel mimarilerinden örnekler içeriyorlardi. Bu konuya yarim yüzyildan fazla emek vermis, egitim yapmis ve Amerikan Mimarlar Enstitüsü'ne koruma baglaminda seref üyesi yapilmis bir üniversite hocasi olarak hem belediye, hem kültür bakanligi, hem de danismanlik eden mimarlara dünyanin hiçbir yerinde böyle bir uygulama olmadigini, bunun bütün çagdas ögretilere, kurallara, anlasmalara, bizim yarim yüzyildir ögretmekte oldugumuz bütün restorasyon ögretimine aykiri oldugunu, İstanbul gibi bir kentle Miniatura Parki gibi oynamanin bir kültür skandali oldugunu ve bunun bütün dünya profesyonel kamuoyu önünde komik bir tesebbüs olarak algilanacagini animsatmayi akademik ve namuslu bir aydin görevi olarak görüyorum. Bu projenin savunmasini iki nedene dayandirmislar. Bu yapilar depremde zaten yikilacakmis; Avrupa da savastan sonra böyle yapmis."Depremde zaten yikilacak" diye, belediye hiç bina yikmadi. Yoksul bir ülkede her duvar önemli bir paradir. Bu davranisin daha ucuz bir seçenegi olmali. Böyle bir alanda yapi ekonomisinin içerigi konusunda bazi seyleri animsatmakta yarar var. Kamuya ait tarihi bir alan pazarlanmaz. Baska bir deyisle "biz bu isin parasini buluyoruz, bundan zararli çikmayiz" gibi bir bakkal hesabi Süleymaniye çevresinde bir alan için akla bile gelmemelidir. Tarihi korumanin bir masrafi olacaktir... Bu alanin kentin güzelligine katkisi kamu ve kültür yararidir; para ile ölçülmez. Bundan fedakârlik da edilemez. En rasyonel, kamu için en yararli ve en güzel olan yapilir. Fakat bu paralar hangi yolla geri gelirse gelsin, devlet ya da belediyenin parasi degil, halkin sirtindan çikmak zorunda olan paralardir. Bunun manipülasyonu ne denli ustaca da olsa halkin parasidir. "Olsun da, ne olursa olsun" diye bir ilkeyle yapilamaz.
Avrupa örneklerinden söz edildi. Fakat yapilani bilmiyorlar. Savastan sonra yikilan, ülke için simge degeri tasiyan kent merkezleri özellikle Polonya'daVarsova, Gdansk Wroclav gibi, ya da tahrip olan kent dokulari yenilendi. Bunlar büyük tarihi prestijlerinden dolayi ve eski belgelere ve hemen hemen tümü var olan rölövelere göre yeniden yapildi. Fakat hiçbir yerde çagdas mimarlar tarafindan yeniden uyduruk tarihi dokular, cepheler tasarlanmadi. Mimar Sinan'in yapitlari arasinda genç mimarlarimizin, kendi çaglarini degil, anlamakta zorluk çektikleri tarihi yapilarin kuklalarini yapmalarini simdiye kadar hiçbir planci düsünmemisti. Bu anlayis, Türkiye'de hepsi birbirinden çirkin, sözde klasik üsluplu yüzbin camiyi dogal gören bir tarih ve sanat görüsüdür. Herhalde İslam dini yapi gelenegi imgesine ve Türk mimari kültürünün çagdas görüntüsüne zarar veren yapilarin basinda bunlar gelmektedir. Bana kalirsa dünya tarihi kentleri listesinden çikarilmasi düsünülen ya da çikarilan İstanbul'un bu kaybolan statüsünü büsbütün yoketmek için bize anlatilandan daha iyi bir proje düsünülemezdi. Süleymaniye ve Sehzade gibi büyük sanat yapitlarinin etrafina sahte dokular ve binalar yapmak kentin tarihine ve kültürüne hakarettir. Süleymaniye'nin yanina uydurma ahsap konutlar, yapilar düsünmek altinin yanina teneke, zümrütün çevresine sahte cam koymaya benzer. Bu, Çiragan Sarayi'ni zengin muhallebici dükkânina çeviren turistik restorasyon anlayisidir.
1975 Amsterdam Konferansi'nda Türkiye'yi temsil eden heyetin baskaniydim. O konferansa bir uygulama ile katilamadik. Fakat Prof. Nezih Eldem'in Süleymaniye'deki bazi sokaklar için çagdas yapilar öneren bir "infill" (bosluk doldurma) tasarimi vardi;onu sunduk. Aradan 30 yil geçtikten sonra yapilmak istenenleri görünce politikacilarin bilgiden bu kadar uzaklasmalari beni sasirtmadi desem yalan olur. Bunun aracisinin bir profesör olmasi da bir baska bahtsizlik. Belediye sorumlularinin ve bu projeyi hazirlayanlarin iyi niyetlerinden gerçekten kusku duymuyorum. Fakat tarihi çevreyi yenileme kurallarindan hiç haberleri olmadigini, dünyada ya hiçbir seyi görmemis, ya da anlamamis olduklarini, ayrica İstanbul'un tarihinin tekligi, özelligi ve azameti baglaminda ve çagdas sanat duyarligi konusunda da daha yetismemis olduklarini düsünmek zorunda kaliyorum. Oysa Türkiye'de tarihi çevre ögretimi bu hassasiyete 1970'lerde ulasmisti. Bu bir entellektüel çöküntüdür. Sanatin ve bilimin iyi hazirlanmamis politik projeler hizmetine girmesidir. İstanbul, ne kadar yikarsaniz yikin, yine bir müzedir.Ama bir tane daha Ayasofya, bir tane daha Süleymaniye yaparsaniz, artik bir Müze-Kent olmaz. Hattâ Disneyland bile olmaz. Bir Yanlisliklar Komedyasi olur.
İstanbul sürekli yanip kül olmus bir ahsap yapi kenti oldugu için 19. yüzyil ortasindan geriye gitmek zaten söz konusu degildir. O dönemden sonra da kalan yapilar parmakla sayilacak kadar azdir. Ve birkaç sokakta yogunlasirlar. Haliç'e indikçe kâgir ahsabin yerini alir. İstanbul'un tarihi sokak dokusu 1851'de Stolpe'nin, ve hattâ 1934'te Belediyenin kilavuzunun sayfalarinda bile görülmektedir. Burada Belediye yüzlerce binanin rölövelerini yaptirmistir. Bu dokunun yalnizca kalan bölümleri ve kalan yapilari korunabilir. Süleymaniye çevresinde korunmasi gerekli yapilar bilinen koruma kurallarina göre korunur. Aralarina, tarihten haberi olan, eskiyi özümsemis ve yetenekli mimarlar projeler önerirler. İstanbul'da tek bir parselde, eskiye özenen birsey, bir yeni-Osmanli,bir neo-klasik yapilabilir. Fakat Süleymaniye çevresinde sahtecilik, kentin geçmisine, Sinan'in ve bu büyük anitin kurucularinin anisina hakarettir.
Bize her kent plancisinin yaptigi renkli haritalar gösterildi. Simdiye kadar bunlardan binlerce gördüm.Tirtil Pasa da Belediye'de yüze yakin mimari toplayip birkaç ayda bir Bogaziçi koruma plani yaptirmisti. Plan çizmekle uygulanabilir plan yapmak arasinda hiçbir iliski olmayabilir. 1969 yilinda Büyük İstanbul Nâzim Plan Bürosu'na İstanbul'un bütün tarihi dokusunu gösteren planlari, koruma amaçli imar planlarina temel teskil etsin diye hazirlamistim. Bugün ne o sokaklar kaldi, ne de hazirladigim planlar var belediyede.
Sayin Belediye sorumlularina ve proje hazirlayanlaraTürk kent dokusunun özelliklerini bir kez daha animsatmakta yarar var:
1. Yapilar apartman degil evdir.
2. Evlerin büyük çogunlugu bahçelidir. Bahçelerde büyük agaçlar vardir.
3. Yapilar esit yükseklikte degildir.
4. Sokak dokusunda sagir bahçe duvari önemlifizyonomik bir ögedir.
5. Sokak kaldirimsizdir. Yürüyen insan içindir.
.
Süleymaniye çevresinde bu karakteri koruyan doku ve konutlar 1970'te hâlâ yasiyordu; insanlar da yasiyorlardi. Bugün bütün bölge, depo, atölye ve imalathane, bekâr odasi ve otopark olmustur. Süleymaniye, Kanuni'nin emriyle Eski Saray'in bahçesine yapilmistir. Baska bir deyisle bir yaninda saray vardi. Haliç'e dogru çarsi bölgesi, Süleymaniye ile Sehzade arasinda ekâbir'in konutlari vardi. Baska bir deyisle Süleymaniye kentin çarsi bölgesi ile konutbölgesi arasinda idi. Bugün Süleymaniye çevresinin, daha önce de düsünülmüs tek dogru kullanma karari, buranin kültür etkinliklerine ve ögrenci yurtlarina yeniden tahsis edilmesidir. Burasi bir yaya bölgesidir. Otomobil girmemelidir. Buna razi olacak tek toplum sinifi, ögrencilerdir. Bu islev, yikilip yapilacak yeni ahsap apartmanlar için uygun degildir. Çok para da getirmeyebilir. Süleymaniye'den yüzlerce esnafi çikarmak, araba sokmamak, sokak dokusunu koruyarak kalan yapilari restore etmek, üniversite kullanimina sunmak, kanimca bize sunulan Müze-Kent tasarimlariyla uyusmamaktadir. Haliç'e indikçe müdahale parametreleri degisse bile ilkeler degismemelidir. Koruma bölgeleri, uzun vadede turizm ve baska nedenlerle para da getirirler. Fakat İstanbul'un tarihi, spekülatif projelere kurban edilmeyecek bir mirastir. Burada islev analizi mal sahibi ve kiraci ya da is türü gibi bir sayi tablosundan daha öte bir çalisma gerekir. Koruma alanlarinin islevsel taksimi, her bölgeye getirilen islevlerle oradaki fiili durum arasindaki iliski, fiziksel varligin degismeyen boyutlariyla önerilen islevler arasindaki tekabül, bunun bütün Eminönü-Unkapani arasindaki bölge ile çesitli boyutlardaki iliskileri, yanlislikla müze farzedilen alanin turizme açilisinin modaliteleri, gelecek kültür ve ticaret etkinliklerinin "infill" parsellerine dagilisi, mekân degerlerinin analizi, yapilar için renk ve tekstür arastirmalari, eski kentdokusunun özelligini olusturan "iç yesil"i yeniden gerçeklestirecek veriler ya da bunlarin saglanmasi, hazirelerin ihyasi, en ince ayrintilarina kadar yapi yapi, köse köse düsünülecek ve büyük bir sevgi, belki oraya baglanan tarihi anekdotlarla zenginlesecek, bir tarihi müze hassasiyetiyle büyük bir senaryo olarak hazirlanacak bir çevre ve üzerinde düsündükçe yeniden sekillenecek bir çevre projesi. Bu, uydurma bina cepheleri çizerek gerçeklesecek bir proje degildir. Bu ne yazik ki "yatir, islet, geri al" türünden bir pazarlama isi de degildir. Kisaca bu bir ticaret isi degil, bir kültür isidir. Fakat dünyada kültür için dolasan bütün turistlerin bildigi gibi, yalnizca Türkiye ve İstanbul'a onur ve prestij kazandirmakla kalmaz. Zamanla kapaliçarsi, Ayasofya, Topkapi Sarayi gibi, para da kazandirir. Bunu gerçeklestirecek Belediye'ye de ün kazandirir.
1952 yilindan bu yana İstanbul tarihi ve koruma ile ugrasan bir üniversite hocasi olarak, Belediye"briefing"inden sonra bütün ögretim yasamimin bosa gittigini düsündüm. Ögrencilerimden, ögrettigim bütün yanlis bilgiler için özür diliyorum. Politikanin ve para hirsinin bilimsel düsünceye bu denli egemenolacagini düsünememistim. Onca dinamik çalisma gücününbir tahrip araci olarak çalistirilabilecegini, bu konuda yetismis olanlarin eski deyimiyle "lal-ü ebkem" kalacagini hayal edememistim. Fakat bütün bunlar, proje adi altinda elli yildir İstanbul'u bu hale getiren sahte planlamanin tahriplerine susmayi da hakli göstermez.

No comments: