20070910

Sehirde bir gezi

Dun Balat'tan ciktim yuruyerek, eski Galata Koprusunun dinlenmeye -ya da olmeye- cekildigi kiyidan, yavasca ve gormeye calisarak Alibeykoy'e kadar yurudum. Gunlerden pazardi. Kipkirmizi basortuleri ile gencecik kizlar gordum. Birileri bu kirmizi saten basortusunu satarak epeyi para kazanmis olmali, sayamadim deniz kenarinda yuruyus yapan bu kizlari. Turban simgedir simge degildir tartismasi yaparken gordugum TV sohbetleri gozumun onune geldi. Peh kim takar sizi derdim ya, anlasilan bu insanlar dinliyor tum konusulanlari... Bayram gecidi gibi kipkirmizi basorutlarini gorunce bunlari dusundum iste. Parklarda piknik yapan, mangalini yelleyen kadinli erkekli buyukler, altalta ustuste kopeklerle oynayan cocuklar vardi. Kadinlar meclisi ayri erkekler meclisi ayri oturmuslar, derin sohbetlere dalmislardi. Bir iki adam gordum, parkin ortasinda taslari koymus, arasinda ates yakmaya calisiyorlar. Dehset icinde kendimi tutamadim; "Beyler ne yapiyorsunuz, belediyeniz guzelim agaclari cimenleri siz oturun diye yapmis sizler bunlari yakiyorsunuz diye seslendim. Baktilar ve duymamis anlamamis gibi yaptilar. Ustlerine yurudum once, arkalarini donup devam ettiklerini gorunce, caresiz, biraz da icimden seslenen kocamin sesini dinleyip (hirliya hirsiza catarsin, cenene ve kendine hakim ol!) yoluma devam ettim, tadim kacmis. Once bir suru duzensiz levha gordum: Hz. vesairenin türbesi, dergahi... boyle boyle yazilar, ara sokaklarda. O sokaklari sonraya biraktim, boynuma bir fotograf makinesi asip turist Omer seklinde dolasayim diye. Farklilik kabul goruyor biliyorum cunku. Ama ayni halktan olup da karsi yakadanim derseniz kimseler seyredilmek istemiyor. Oysa ki tek istegim simdiki zamanin izlerini kovalamak... Eyup'e yaklastikca ara sokaklardaki guncel ve duzensiz dinsel motifler yerini devlet eliyle duzenlenmis tekke ve turbelere birakti. Zarafetli ferforjeler arkasinda Selcuklu kubbeli bir yapi, kocaman. Sonra turbeler. Arapca nefis yazilmis harfler kabirlerin uzerinde. Ne dedigini merak etmedim, yeterince incelikliler. Ve sonra Alibeykoy geldi sahneye... Insan, toz, toprak, belediyenin plastik palmiye aydinlatmalari, o misir seklinde koca havuz da ne oyle hic dusunmek istemedim gorduklerimi. Takatim kalmadi cirkin sahneleri karsilastirip tartmaya, biraktim kendimi duraga. Bekledim bekledim inatla bekledim. Gececegi soylenen dolmus geldi. Dolmus dolmus. Aynen. Dolu yani. Olsun dedim. Bindim. Ayakta. Ayak parmaklarimi maharetle kullanarak ayakta kalmayi basardim. Gecenlerde dolmusun kapisi acikken savrulup olen kadin geldi aklima. Ayip biliyorum, ama guldum kendi kendime.
Bir gezi notu boyle yazilmaz, bilirim. Buna isterseniz, yururken dusunduklerim diyelim, olsun.
Bu sabah gelip Engin Ardic'in "...cunku savas, koylunun iktidara gelmesi degil, koylunun sinif degistirmesi savasidir... Bu degisimde yalnizca “iktidar olanaklarini kullanmak istiyorlar”, hepsi bu. Hani daha once hep “sizinkilerin” kullandiklari gibi!" diye yazdigi yazisini okudum, "hah iste" dedim, yuruyusumu bitirebildim.

3 comments:

Basak said...

Hera, uzun zaman oldu. Girdim ne var ne yok okudum. Bu yazıyı okuyunca da cuma günü yaşadıklarımı anımsadım. İlgili ilgisiz, bak şöyle oldu:
Cuma günü halletmem gereken üç dört iş vardı. Nedir? Önce tezimi Tünel'deki staj eğitim merkezine bırakmak, Çapa'daki fotoğrafçıda fotoğraflarımı tab ettirmek ve tekrar Taksim'e dönüp İFSAK'ta toplantıya katılmak. Ne oldu? Önce staj eğitim merkezi ve baro arasında mekik dokudum ama işim tam hallolmadı, oysa o gün bitmesi gerekiyordu. Bütün bu gidiş gelişler arasında uğradığım yerlerden birinin girişindeki görevli bana kimi aradığımı sordu, ben de söyledim. Bana katı ve oda numarasını söyledi. Ben de asansöre bindim. Asansörde biraz sıkıntı yaşadıktan sonra sonunda o kata ulaşabildim. Ulaşabildim ama kapıyı kimse açmadı, yan odalardan birisi aradığım kişinin çıktığını söyledi ben de aşağı indim. Çıkarken girişte konuştuğum adam bana, aradığım kişinin çıktığını bir daha da gelmeyeceğini söyledi. :) Sinirlenmedim. Güldüm. Çıktım tünele yürüdüm. Hava yağmurlu. Vardığımda gördüm ki, tünel bakım nedeniyle kapalı. Kafama takmadım, olabilir, dedim. Bir şekilde Karaköy'de tramvaya ulaştım ve bindim. Bindim ama bir sonraki durakta çevremdeki insanlarla bütünleşmiştim. İçerisi o kadar kalabalıklaştı ki, her durakta içerideki insan sayısına rağmen yenileri eklenmeye çalıştığı için yaklaşık 4 veya 5 dakika bekledik. Abartmıyorum. Her tıkışma evresinde kapılar kapanamadığı için defalarca uyarı dinledik. İçerisi havasızlaştı, herkes terlesi. İşin garibi çevremdeki hiç kimse bu durumdan rahatsız görünmüyordu. Etraftaki bazı tipler ise bu sıkışıklıktan gayet memnundu. :(
Bu arada elimde kışışmaması gereken bir tez vardı, nasıl tutacağımı şaşrıdığım tez. Karaköy'den Çapa'ya kadar hiçbir yere tutunmadan gittim. Tutunmama ne gerek var? Düşemem ki! Düşemem ama yine de dengede kalabilmek için zorlandım çünkü tramvay bir gaz bir fren bir gaz bir fren diye gidiyordu. Neden? Çünkü aynı yoldan arabalar da gidiyor ve şoför içeride insan taşıdığının farkında değil. Eşya bile taşısa bu gaz ve frenle mutlaka bir şeyler kırılırdı. Ayaklarıma yaklaşık 45 kez basıldı. Defalarca itildim kakıldım.
Çapa'ya vardığımızda çok yorgundum. Fotoğrafları bastırdım, geri dönmem için tek yol yine tramvaydı. Tramvaya bindim, bu kez elimde kırışmaması gereken bir tez ve kırışmaması gereken fotoğraflar vardı. Tramvaydan dönüş aynı şekilde oldu, tekrar etmeme gerek yok. Toplantıya geç kaldım.
Bütün bunların yanında binaların, yolların çirkinliğinden, etrafın pisliğinden, hava kirliliğinden bahsetmeyeceğim.
İnsanlar bir şehrin nasıl daha yaşanılası olabileceğini, toplu taşıma araçlarının nasıl olması gerektiğini düşünmüyorlar. Hayal bile etmiyorlar. Estetik duygusundan ve mantıktan yoksun bir şekilde büyümüş bu şehir, büyümeye de devam ediyor. Hayal kuramazsan şu andaki durumdan da şikayetçi olamazsın. Uyursun. Uyutulursun. Ta küçükken başlarlar uyutmaya sen de senelerce, ölene kadar uyursun. Minibüsler yüzünden benim koksiksim incindi. 2 senedir ağrı çekiyorum. Otobüslerin kirliliğinden nefret ettim. Tramvayın bu halinden çok büyük sıkıntı duydum. Artık toplu taşıma araçlarına binmek istemiyorum. Trafik berbat, araba kullanmak da istemiyorum. Evden çıkmak istemiyorum. :(
İstanbul'da yaşamaktan dolayı hiç memnun değilim. Ben gitsem İstanbul rahatlar mı? Fazla gelen ben miyim acaba? Herkes çok memnun halinden, herkes bayılıyor istanbul'a.

hera said...

ya Basak.. ne diyeyim, yazmalisin yazmaliyiz yazmalilar.. ki okuyup kendi halimize yanalim. bu yangin buyusun, memnuniyetler memnuniyetsizliklere yer versin, gayri.
biraz once Aydin Doganin Hilton arazisindeki basarisiyla ilgili bir yazi da post ettim. Dusunuyorum kalkip gitsek buradan, yine icimiz aciyacak bu haberleri alinca. Yine yasamakla nefes almak arasindaki farki yitirecegiz. Bunun biryerleri "sevmekle" alakasi yok fazla gibi geliyor, daha cok eteklerimizde ne varsa yasarken dokmekle alakasi var. Ben istiyorum ki birileri ciksin dur desin. kendini dozerin altina mi atacak, soyunup da "haksiz ranta hayir" diye betonlarla tuglalarla sehir bilboardlarina pozlar mi verecek bilemiyorum.
sikisan trafik icin de birileri calissin, dolmusculara kravat taktirmakla olmuyor. Bi otoriteler olusturulsun birileri birilerine dur yau napiyorsun, boyle daha dogru desin.
kendini fazlasiyla ozletiyorsun demeden de bu cevabi bitirmeyeyim. safak kac?

Basak said...

Ne yapayım, yazamıyorum. Zorluyorum kendimi ama yazamıyorum. Aslına bakarsan yazıp beklettiğim yazılar da var ama bür türlü elim gitmiyor. Hep kendimi zorlayacağımı söylüyorum ama olmuyor. Yaz bitti benim mevsimim geldi, belki ben de kendime gelirim.
Can sıkıntısı...