20060626

Eternal Sunshine of the Spotless Mind ve gidilmeyecek yerler listesinde bir (1) numara


Bir filmi ikinci kere izlemeyi istemek hayli ender bir durum benim için. "Eternal Sunshine of the Spotless Mind", Türkçe çevirisiyle "Sil Baştan" filmi ise, küçükken okumaktan eskittiğim Yaramaz Kızlar serisi gibi bir çekim gücü yarattı üzerimde. Sonunda bir gün ruh eşim Aşikar aradı ve bir taşla iki kuş misali bir teklif sundu: hem filmi ikinci kere seyredecektim hem de bunu Aşikar’la yan yana yapacaktım. Film boyunca ve sonrasında çok etkisinde kaldım ve neresinden tutacağımı bilemedim birkaç kelam etmek istesem de. Fikir, senaryo, yaratıcılık, oyunculuklar, sevgi teorisi her şey ayrı bir konu olabilir bence. Filmin web sitesinde bir okuyucunun yorumu düşündüklerimi özetlemiş aslında: A manic, non-linear movie, that when you strip it down is about two people in love. Kate Winslet and Jim Carrey have an energy that makes you love the world you have been transported into, and you can't help but want to visit it again and again.
İlk afalladığım ve düşününce aklıma ilk gelen sahne; Joel’in, ortak arkadaşlarına Clementine’nin kitapçıda onu nasıl tanımadığını anlatırken, yürüdükçe arkasında sönen market ışıkları sahnesi oluyor. Bazen kendi hikâyelerimiz üzerimize yıkılıyor böyle. Gölgemiz gibi taşıyoruz sanıyorum anlamını koyamadıklarımızı. Boğazımızdaki düğüm kadar gerçek ama dokununca anlaşılan yokluğu. Bir acaip işte. Yine de olsun mu? Olsun…

İşte filmin adını aldığı şiir:

Eternal sunshine of the spotless mind

How happy is the blameless vestal's lot!
The world forgetting, by the world forgot
Eternal sunshine of the spotless mind!
Each pray'r accepted, and each wish resign'd.

Bu şiiri okuyunca filmin adını çevirmekle başlamak istedim düşünmeye*:

-Lekesiz Bir Zihnin Ebedi Günışığı

Ya da

-Tertemiz bir belleğin ölümsüz günışığı

Bir çeviri de Ece Temelkuran'dan:

-Lekesiz bir zihnin ebedi parlaklığı (ya da gamsızlığı)

******************
Filmden gözlerim dolu çıkınca hemen ayrılmak istemedim Aşikar’dan ve biyerlere gidelim mi dedim, Olur dedi. Ne desem olur diyecekti. Zamandan ve mekandan kopuk vaziyette olduğumuzdan en yakın biyere attık kendimizi. Bahsettiğim yer Levent’te Sherwood diye bir bar. İsmiyle müsemma, daha girerken kapıdaki adama ve sonraki adama ve sonrakine iyi akşamlar demek konusunda zorlandığımızda anlamalıydık orman kanunları uygulandığını ama ok yaydan çıktı diye devam ettik. İçeride bir sürü insan öylece oturduğundan ve içeriye derin bir sessizlik hakim olduğundan garsonun da yöneltmesiyle dışarıya doğru ilerledik. Şöyle içeriye yakın köşede bir masaya çöreklenelim dedik. Avlu gibi bir yer, masalar tıngırdar, ışık yorgun bir sokak lambası ayarında. Ama oturduk işte ikimizde de ses yok diğerinin keyfini kaçırmamak adına. Menü yemek seçimi vesaire derken içeriden bir gürültü dışarıya taşmaya başladı. Sonrası biraz karanlık, içeriden dışarıya taşan dünyanın en rahatsız edici rock müzik denemesi. Dışarıda, içeriden gelen müziği daha yüksek bir volume ile bastırabileceğini iddia eden bir DJ. Yemeği gerginlikle servis etmeye çalışırken masanın üzerine şapadanak kapaklanan bir garson ve kırılan bardaklar. Sırılsıklam bir hera. Yemeğinde cam olduğu konusunda şizofrenik olmamak için ses çıkarmayan ama yemek boyunca cam yiyeceğim ızdırabıyla çaktırmadan kavrulan bir Aşikar. Film konusunda tek kelime bile edilemediği için hayalleri yıkılan, müzik karmaşası dışında başka bir konuya kanalize olamayan bir hera. Garsonlara uyarı, garsonlardan gereksiz ilgi ve meyve tabağı ısrarı. Üstüne para ödenmesini beklerken gelen özel Sherwood hesabı. Kredi kartı çipli çıktığından “lütfen müdüriyete kadar gidilinip 2 kat yukarı bir kat aşağı bin mil yol yürünüp rezil rüsva bir bar arkası mekanında kutuların üzerinde şifre girilmesi ve bu geceye para ödemenin rahatsız edici fikri. Şikayet etmeye kalktığınızda işletmede yetkili gibi görünen şahsın "ne olmuş ki" pişkinliği. Arkana bakmadan kaçış. Sonuç: bu filmi seyredip çıkşta derinlikli bi’tek atma hakkım elimden alınmıştır! Bu akşamı silip baştan başlamak mümkün müdür desem..?


*Her türlü eleştiri ve öneriyi duymak için sabırsızlanıyorum...

6 comments:

gadjo said...

talihsiz ama matrak bir macera olmuş. gecmis olsun...
bu arada, isim için f. özguven'in önerisi: "Lekesiz Aklın Üzerine Düşen Günışığı".

hera said...

witnessofbozaci, doğru söylüyorsun, şımarıklık işte.. sadece bu yere gidilmesin hainliğine kapıldım:)

gadjo, f.özgüven'i çok tutarım. "üzerine düşen" biraz resim yorumlamaya benziyor, ama bence de anlamını kuvvetlendirmiş ve güzel olmuş. ben "akıl" demekte zorlanıyorum biraz.. oradaki "mind" akıl kelimesine mi gidiyor emin değilim. bilgi için teşekkürler

Sera said...

bazen insan böyle günler yaşar.
üst üste gelir.
eternal sunshine içe oturan bir filmdir.
defalarca izlenebilir.

Basak said...

Sanırım benim de bir defadan hatta üç defadan fazla izlemiş olduğumu tahmin edersin Hera. Geçen sene Temmuz'du yanılmıyorsam, iki kez evde, bir kez de Adana'da ablamlarla birlikte üzüm sıkarak (yani ağlayarak) izledik. Üç defadan fazla dedim çünkü bir defa daha izlemeye hazırlanıyorum, şu karmaşa dönemimden çıkınca.
Bana bir yorum attın Hera, yine tıklayıp sana geldim, yine hepsini okudum ve yine "Bunları yazan Hera mı? Hera kim? Hera var mı yoksa ben bunları kurguluyor muyum? Yoksa bu yazıları ben mi yazdım?" diye düşündüm. Motor aldığınızı okuyunca uyandım ve rahatladım. Uzun bir çabadan sonra ne yazık ki biz motor alamadık.
Bir zamanlar yazıştığımız gibi, tanıdık çıkabiliriz diye düşündüm yine ama bunca zaman neden hatırlamayalım ki birbirimizi? Yoksa hafızamızdan belli bir bölümü sildirdik de acaba o arada biz de mi kaynadık?
Heh...

Anonymous said...

berrak (pürüzsüz) zihnin ebedi aydınlığı.

Filmin sitesi hoşmuş, yaratıcı.
Bu da Fatih Özgüven'in yazısı

hera said...

basak basak, nerdesin, don artik!

sera; dogru demissin, film ice oturttugu kadar hafifletiyor da sanki, uzeirnden zaman gecince simdi oyle geldi.

the saint; hosgelmissin. fatih ozguven linki icin tesekkurler. berrak kelimesi ne guzel olmus.